Uzay gibi gizemli ve büyülü
22 Kasım 2021
Muratpaşa Belediyesi’nin ‘+0,5 Akdeniz’in Geleceği’ üst başlığında gerçekleştirdiği ‘İklim Değişikliği Çalıştayı’ kapsamında, su altı görüntüleme ustaları da Antalya’daydı. Su Altı Fotoğraf ve Filmcilik Derneği (SUFOD) Yönetim Kurulu Başkanı Ateş Evirgen, Yönetim Kurulu Üyesi Tolga Taymaz, dernek üyeleri Efe Akçakayalıoğlu ve Murat Kaptan’la sualtı dünyasını konuştuk.

Dünyanın pek çok yerinde dalış ve görüntüleme yapan sanatçılar, dünya üzerindeki yaşam şartlarını oluşturan ve dengeleyen sualtını, gizemli ve büyülü bir ‘başka dünya’ olarak tarif ediyor. “Aslında bir su gezegeninde yaşıyoruz. Bu gezegenin %70’i suyla kaplı ve bu suyun yüzde 96.5’ini okyanuslar oluşturuyor. Bizler kara canlıları olarak suyun üzerinde kalmış kara parçalarında kendimize yer bulmuşuz” diyen Ateş Evirgen,  her dalışta gezegenin asıl canlılarını ve şartlarını görüp öğrendiğini düşünüyor: “Denizlerdeki sadece bitkisel mikroorganizmalar atmosferdeki oksijenin yarısından fazlasını sağlıyor. Bu nedenle hiç dalış yapmamış kişiler bile dalış yapanlar kadar su dünyasına ilgi duymalıdır. Ancak bu şekilde çevre bilincimizi geliştirebiliriz. Ayrıca suyun altına ilk girildiğinde sanki bir başka dünyaya ayak basmanın duygusu yaşanır. Ama aslında gezegenimizin gerçek yüzünü orada görebiliriz.”

YA ASTRONOT OLUN, YA DALGIÇ

Tolga Taymaz, Efe Akçakayalıoğlu ve Murat Kaptan ise su altında olmayı uzayda olmaya benzetiyor. “Suyun altına indiğiniz andan itibaren yukarıdaki her şey yukarıda kalıyor, bambaşka bir aleme giriyorsunuz” diyen Tolga Taymaz “Uzayda olmak nasıl tamamen farklı bir şey ise, bu da öyle…” diyerek hislerini anlatıyor. Murat Kaptan ise, “Yer çekimsiz bir ortamın vereceği hissi yaşamak için ya astronot olacaksınız ya da dalgıç” diyerek neden dalgıç olduğunu açıklıyor. Efe Akçakayalıoğlu da, “Suyun altında olmak, uzayda olmakla aynıdır benim için. Farklı yaşam formunda, farklı bir dünyanın canlılarını ziyaret etmek eşsiz bir deneyimdir” diye özetliyor.

SU ALTINDA ANTALYA CAZİBESİ

Doğu Akdeniz deniz şartlarına sahip Antalya, ülkemizin en önemli dalış noktalarına da ev sahipliği yapıyor. SUFOD ekibinden Ateş Evirgen, Antalya’nın su altı dünyasındaki yerini, “Su sıcaklığının yüksekliği ve uzun süren sıcak mevsim nedeniyle dalış turizmi için çok önemli olan Antalya’da suyun berraklığı da özelikle su altında fotoğraf ve film çekenler için en ideal şartları oluşturuyor” diye tanımladı. Denizin yanında tatlı suları da etkileyici bulan Tolga Taymaz da, “Antalya Bölgesi, tatlı sular açısından da çok zengin, birçok nehir, ırmak, tatlı su birikintisi de var. Çoğu zaman buralarda da tüpsüz dalış yaparak, birçok kimsenin fark edemediği bu güzel tatlı su dünyasını da yaşıyorum” dedi. Murat Kaptan ve Efe Akçakayalıoğlu ise, çok farklı flora ve faunaya sahip bu bölgenin renkli duvarlarına ve mağaralarına da dikkat çekti.

AKDENİZ’DE KIZILDENİZ CANLILARI

1869 yılında açılan Süveyş Kanalı’yla birlikte Kızıldeniz’den Akdeniz’e tür geçişleri de başladı. Ancak son yıllarda Süveyş Kanalı’nın genişletilmesi, Nil Nehri’nin Akdeniz’e açıldığı bölgedeki doğal yapının değişmesi, küresel ısınma ve Akdeniz’in sıcaklığında görülen artış, Kızıldeniz kökenli türlerin Akdeniz’e girişini hızlandırdı.  Bu süreci “bir istila değil de bir göç olarak görmeliyiz” diyen Ateş Evirgen, “Antalya ve yakın kıyılarda adeta tropik dalışlar yapıyormuşuz gibi hisse kapılıyoruz. Akdeniz, bu canlıların yeni evleri artık. Akdeniz’in eski sakinlerine tehdit onlardan gelmiyor. Akdeniz canlılarını tehdit eden, onların doğal şartlarındaki değişiklik. Sıcaklık artışı birçok Akdeniz canlısının bu ortamdan yok olmasına neden olacak. Bizim üzerimize düşen, bu değişimi olumsuz olarak tetiklemesine neden olan doğal çevreyi kendimizin verdiği ve vereceği zararlardan korumak” diye konuştu.
 
ASLAN BALIĞI MENÜLERE GİRDİ
 
Bunun doğal bir süreç olarak kabul edilmesi ve doğaya dokunulmamasını isteyenler olduğu gibi, yeni giren türlerin orantısız bir şekilde artmasının yerli türler üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğu, ekonomik olarak zarar verdiği ve bu türleri tanımayan bölge halkı için ciddi sağlık sorunları oluşturabileceği için sayısının azaltılması gerektiğini savunanlar da var. Bu türlerden özellikle balon balığı ve aslan balığının artışı çok hızlı oldu. Bayoma Projesi (Balon ve Aslan Balıklarının Yayılım Alanlarının ve Olası Mücadele Yöntemlerinin Araştırılması Projesi) gibi devlet destekli çalışma grupları bu konularda yoğun şekilde çalışıyor. Aslan balığının artık lokanta menülerine girdiğini söyleyen Tolga Taymaz “Aslan balığını artık Kaş’ta birçok lokantada bulabiliyor veya balıkçıdan alıp kendiniz pişirebiliyorsunuz, ancak Kaş dışında menülere girmekte hala sıkıntı yaşanıyor. Ben Muratpaşa’da kaldığım süre boyunca tüm balık lokantalarına sordum ancak bilgileri yoktu. Bu türün yiyecek olarak yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyorum” dedi.

BALON BALIĞI EĞİTİMİ VERİLMELİ

Göçmen türlerin bölge insanlarına getirdiği sağlık sorunları ve alınması gereken tedbirlerin altını çizen Taymaz, “Türkiye’deki tıp eğitiminde sualtına dair sorunlar çok fazla işlenmez, hatta yeni giren türlerle ilgili doğal olarak kimsenin çok fazla bilgisi yoktur. Ancak Antalya’dan yanlışlıkla gelen balon balığının Van’da yiyen bir kişinin ölümüne yol açtığı vaka dahil son birkaç yılda balon balığı tüketilmesine dair ölümler görülmeye başlandı. Uzakdoğu’da binlerce yıldır bilinen bu canlıların orada heykelleri bile var, ama Akdeniz coğrafyası için çok yeni olan bu canlının hem halka, hem sağlık profesyonellerine iyice anlatılması, tüketilmesi durumunda neler yaşanabileceğinin ve sağlıkçıların nasıl müdahale edeceklerinin bilinmesi gerekiyor. Yakın zamanda WWF Türkiye’nin bir projesinde balıkçılara bu konuda eğitim vereceğim, bu tür çalışmaların artması ve ders kitaplarına girmesi veya kitap olarak da yayımlanması gerekiyor” önerisinde bulundu.

ORFOZLARIN ARTMASI ÇARE OLUR
 
Aslan ve balon balıklarının artışının su altı fotoğrafçılarını ilk başlarda sevindirdiğini söyleyen Murat Kaplan, “Özellikle aslan balıklarının görüldüğü noktalara turlar düzenlenip fotoğrafları çekilirdi. Maalesef tür değişikliğinin etkileri çok kısa zamanda görülmeye başladı” diye konuştu. Aslan balığını kontrol altında tutacak türlere dikkat çeken Efe Akçakayalıoğlu ise, “Orfoz, lagos ve köpek balığının bu türleri kontrol altında tutabileceği düşünülüyor. Bu nedenle büyük orfoz popülasyonunun artması, korunması önemlidir. Aksi halde aslan balığı tehdit olmadığı için kontrolsüzce çoğalır, avlanır” uyarısında bulundu. Ayrıca Akdeniz fokunun da tehlike altında olduğunu söyleyen Akçakayalıoğlu, “Antalya merkezdeki falezlerde ve çevresinde bulunan fok mağaraları, teknelerin, insanların ziyaretleri nedeniyle fok yaşamına engel teşkil etmektedir. Foklar bu mağaralara, yuvalara eş bulmak, doğum yapma için gelmekte fakat insanlardan, yoğun tekne trafiğinden ötürü doğal yaşamlarına kavuşamamaktadırlar” dedi.

YAPAY RESİFLER BALIĞI ARTIRMAZ

Binlerce tür deniz canlısına yuva olan su altının muhteşem yapıları resifler, dalgıçların ve görüntüleme ustalarının en gözde çekim yerlerinin başında geliyor. Antalya’yı da içine alan Doğu Akdeniz kıyı yapısında fazla doğal resif olmadığını, habitatın buna göre oluştuğunu söyleyen Ateş Evirgen, “Bu doğal yapıya yapay resifler kazandırmaktan çok daha önemli olan mevcut doğal yapının bozulmadan sürdürülebilmesidir. Örneğin bir koyda 50 balık yaşıyorsa, buranın stok kapasitesi bu kadardır. Buraya size 10 balık eklerseniz eklenenler ve mevcutlar arasından 10 balık elenir yine bölgede 50 balık kalır. O nedenle siz bir bölgede doğal yapıya ters olacak şekilde bir yapay resif oluşturmanız o bölgede canlı türlerini ve bu türlerin popülasyonlarının artacağı anlamına gelmez. Eğer böyle olsaydı her tarafa yapay resif yapmak işi kökünden çözecek bir eylem olurdu. Ama öyle olmuyor. O nedenle yapay resif yapılacaksa bunun bilimsel temele oturtulması ve o bölge için gerçekten gereği ve yararı saptanmalıdır. Önemli olan hedefimizin doğal yapıyı bozmadan o yapıyı sürdürebilmek olmalıdır” değerlendirmesi yaptı.

SU ALTINDA FOTOĞRAF STÜDYOLARI

Dalış turizmi açısından yapay resif oluşturulması konusuna da değinen Evirgen, “Son yıllarda dalış turizmi potansiyeli olan bölgelerimizde dalgıçların hedef dalış noktalarını arttırmak, su altı fotoğrafçılarına adeta bir su altı stüdyosu yaratmak için yapay resif adı altında, kullanımdan çıkmış, gemi, uçak hatta tank gibi araçlar su altına bırakılmaktadır. Bunların ticari olarak bölgeye katkısı vardır. Ama kişisel görüşüm doğal yapıya bir katkılarının olmayacağı ve aşırıya kaçan bir yöntem olması durumunda denizlerimizin kirlenme etkenlerinden biri olacağıdır” diye konuştu.

YAPAY BATIKLAR ÇEKİCİ OLABİLİYOR

Kontrolsüz avcılığın özellikle kolay ulaşılabilir yerlerin neredeyse tümünde canlılığa çok büyük zarar verdiğini aktaran Tolga Taymaz da, “40 yıl önce her kovuğunda mürenlerin, ahtapotların, orfozların olduğu kayalıklar artık bomboş. Bu çok üzücü. Son yıllarda koruma bölgelerinin artışı bazı noktalarda gözle görülür bir canlılık artışına yol açtı” ifadelerini kullandı. Yapay batıkların dalış turizmi açısından cazip olduğunu da sözlerine ekleyen Taymaz, “Sualtında heykel görmek beni hiç heyecanlandırmıyor, ama uçak veya gemi batıklarına dalmak ve onları fotoğraflamaktan çok keyif alıyorum. Bunların çevreyi kirlettiğini söyleyenler de oluyor, ancak birçok canlıya yuva olduğu ve o noktaların canlılığını artırdığı da bir gerçek. İyi konumlanmış ve doğru noktalara batırılmış yapay batıklar dalış turizmi açısından çok çekici oluyor” dedi.

RESİFLER HER KOŞULDA İŞE YARAR

Yapay resif projelerini destekleyen Murat Kaptan, “Bizim denizlerimizde devasa balık sürüleri ve renkli mercanlar malesef yok. Balıkların yuvalama alanlarını genişletmek adına yapay resif projelerine destek verilmesi gerektiğini düşünüyorum” dedi. Aynı görüşte olan Akçakayalıoğlu da, “Denizlerimiz her geçen gün olumsuz koşulların gelişmesi nedeniyle kirlenmekte, canlı türleri azalmakta ve resifler hem küresel ısınma etkisi hem de kirlenme nedeniyle yok olmaktadır. Bu değişimi korumaya alarak azaltabiliriz. Yapay resif ise her koşulda işe yarar, deniz canlılarına barınma sağlar, bu sayede canlı türü ve popülasyon artar” diye konuştu.

YILLAR SONRA ‘JAWS’LA KARŞILAŞTIM

Su altının gizemli dünyasında en ilginç karşılaşma ne olabilir? Herkesin aklından bir ‘Jaws’ geçer sanırım. Uzun bir dalış hayatı olan ve su altında görmek istediği pek çok canlıyla karşılaşan Ateş Evirgen için de en unutulmaz an ‘büyük beyaz köpekbalığı’ ile karşılaşması olmuş: “1977 yılında aletli dalışa başladım. Jaws filmlerinin dünyayı kasıp kavurduğu, yediden yetmişe herkesin içine köpekbalığı korkusunu saldığı dönemler. Her dalışımızda karşımıza bir Jaws çıkacak korkusunu içimizde hissettik. Her tür köpekbalığıyla karşılaşıp onlar ile yan yana yüzdüm, fotoğrafladım. Ama çok yakın zamana kadar Büyük Beyaz Köpekbalığı ile karşılaşmamıştım. Zaten onlarla karşılaşmak için, dünyanın belirli yerlerinde bulunan beslenme noktalarına gitmek, kafes içinde dalış yapmak gerekiyor. Ben de bunu yaptım; kafes içinde elimde fotoğraf makinemle, denizin maviliklerinden bir beyaz köpekbalığının gelmesini bekledim. Sonunda karşımdaydı. Kafesin içinde olmama rağmen saldırma içgüdüsüne mani olamadı. Kafasını içeri sokmaya çalıştığında o dişleri karşımda gördüm ama fotoğraf çekmeyi kesmedim.”

MUHTEŞEM KÖPEK BALIKLARI

Murat Kaptan ve Tolga Taymaz için de en ilginç karşılaşma köpekbalıkları olmuş. Kaptan, köpekbalığı dalışlarını özel anlar olarak nitelendirdi: “Devasa boyutları ve muhteşem çene yapıları beni hep etkilemiştir. Göz göze geldiğinizde ‘buraların efendisi benim’ der gibi bakar”. Taymaz’ın karşılaşması ise biraz şanssız olmuş: “Kızıldeniz’e ilk gidişimizdi. Analog fotoğraf makineleri kullanıyorduk Makinesiz indiğimiz son dalışta, bir köpekbalığı yavaş yavaş bize yaklaştı; grubun ne kadar heyecanlandığı belli oluyordu. Ama o, oranın gerçek sahibi olduğunun sanki farkında olarak, bizi umursamadan yanımızdan geçti.”

DENİZ DİPLERİNDE HAYALET AĞLAR

2021 yazında Foça’daki bir dalışta karşılaştığı hayalet ağdan yakınan Efe Akçakayalıoğlu ise, “Neredeyse 70 metre uzunluğundaydı. Ağın içinde can çekişen balıklar vardı. Biz dalış eşimle 30 metrelerde bir duvara gidiyorduk, çekim yapacaktık. Fakat bu masum canlıların orada can çekişmelerine kayıtsız kalamadık. Önce belge olması için görüntüledik; sonra balıkları kurtardık. Bu hayalet ağ orada durduğu sürece kontrolsüzce can almaya, yüzlerce canlının hayatını tehdit etmeye devam edecekti. Dalış sonunda, sahil güvenliğe ve dalış merkezine bildirim yaptık. Konuyu takip ettik. Hayalet ağı bulunduğu yerden temizlediler” dedi.

DÜDEN TEHLİKELİ VE COŞKU VERİCİ

Çalıştay kapsamında Kaleiçi Yat Limanı’nda yapılan deniz dibi temizliğinde fotoğraf ve video çeken SUKOP ekibi ayrıca Düden Şelalesi’nin döküldüğü yerde de dalış yaptı. Oldukça tehlikeli ve bir o kadar da büyüleyici buldukları dalışla ilgili şunları söylediler:
Tolga Taymaz: “Yıllardır uçakla Antalya gelirken ‘A’ koltuk alırım; sebebi, hem Karacaören Baraj Gölü’nü, hem de denizden iniş yapılırsa Düden Şelalesi’nin döküldüğü yeri görebilmek. Bu sefer, o döküldüğü yerde dalış yapma şansımız oldu. Şelale altı dalışları, çok dikkat isteyen, belli bir dalış seviyesi gerektiren dalışlardır. Özellikle daha önce pek dalınmamış ve altındaki yapı, akıntı vb. bilinmiyorsa her paleti 2 kere düşünerek vurmak gerekir. Üzerinize şelale akarken yavaşça su yüzüne çıkmak ve tuzlu sudan tatlı suya köpükler içinde geçmek çok ilginç ve coşku verici bir duyguydu.”

ÇAMAŞIR MAKİNESİ GİBİ

Murat Kaptan: “Uzun yıllardır dünyanın farklı ve ekstrem denizlerinde dalışlar yaptım ancak Düden şelalesinin denizle buluştuğu nokta benim için tam anlamıyla eşsiz bir deneyimdi. Çok güzel bir dalış noktası.”
Efe Akçakayalıoğlu: “Düden şelalesinin denize döküldüğü nokta güçlü akıntıya sahipti. Yaklaştıkça kendine çekiyor, çamaşır makinesi etkisi yapıyordu. Her dalıcıya uygun bir nokta değil elbette. Belli deneyim ve dalış tecrübesi gerektiren bir yer. Ayrıca bu noktada, kütük, dal ve buna benzer objeler denize düşüp kontrolsüz olarak akıntıya kapılabilir. Bu bakımdan dikkat gerektiren zor bir dalış noktası.”
 
ÇOK ÜRKÜTÜCÜ GÖRÜNTÜLER
 
Marmara Denizi’nde müsilajı fotoğraflayanlar arasında Ateş Evirgen de vardı. Pandemi döneminde, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi tarafından alınan özel izinle, Nisan-Eylül ayları arasında İstanbul Prens Adaları çevresinde dalış yaparak süreci belgelediler. Evirgen müsilaj dalışlarını şöyle anlattı: “Müsilajın en şiddetli görülmeye başlandığı bahar aylarından yaz sonuna kadar tüm evrelerini fotoğrafladık. Çok ürkütücü görüntüler ile karşılaştık. Güneş ışığının ilk 20 metrelerden sonra denizin derinliklerine ulaşmadığına tanık olduk. Denizin bu halini gördükten sonra bir daha eski haline dönemeyeceğini düşündüm. Ancak yavaş yavaş toparlanıp müsilaj salyalarının yüzeyden ve ilk metrelerden dibe doğru çöktüğüne tanık olduk. Sevindirici olan deniz canlılarına görünürde bir zarar vermediğiydi. Müsilajın neden olduğu herhangi bir deniz canlısının öldüğüne tanık olmadık. En fazla etkilenen türlerin yumuşak mercanlar olduğu görünüyordu. Çünkü müsilaj salyaları mercan dallarını tamamen sarmalamıştı. Bu görüntüden sonra bu canlıların eski sağlıklı halleri ile yaşamlarını sürdüreceğine ihtimal vermedik. Ama öyle olmadı. Salyalar yok olduktan sonra mercanların eski görünümlerinde olduğunu gördük. Ancak bilim insanları tarafından izleniyorlar ve kalıcı bir etkinin olup olmadığı araştırılıyor. Hatta tüm Marmara'nın bu dönemden nasıl bir şekilde çıktığı, müsilajın etkileri ve önümüzdeki dönem müsilaj ile yeniden nasıl karşılaşacağımızı araştırıyorlar. Gelecek sonuçları bizler de bekliyoruz. Ama müsilajın nedenleri ve nasıl önüne geçilebileceği konusunda bir bilinmeyen yok. Artık bunlardan derslerin çıkarıldığı ve gerekli önlemlerin alınacağı ümidiyle bekliyoruz.”

ANTALYA TANITIMINDA KIZILDENİZ FOTOSU

Tolga Taymaz: “Maalesef Antalya’nın su altı zenginliklerinin tanıtımında hatta Türkiye’nin çok daha büyük organizasyonlarda yurt dışındaki fuarlarda tanıtımında Kızıldeniz fotoğraflarının kullanıldığını görüyoruz… Bu hayret verici bir özensizlik kasten yapıldığını düşünmüyorum muhtemelen insanlar internetteki arama motorlarına ‘su altı’ diye yazıp, çıkan görselleri reklamlarında kullanıyorlar. Ancak bu bir an evvel durdurulması gereken bir şey. Kaleiçi’nde gezen bir turistin, Kızıldeniz fauna ve florasını görüp dalış turu satın alması sonra tamamen başka bir ortamla karşılaşması kabul edilebilir bir şey değil. Hele yurt dışı büyük organizasyonlarında Türkiye standının arkasında Kızıldeniz görüntülerinin olması kesinlikle kabul edilebilir bir durum değil, ne kadar özensiz iş yapıldığını gösteren utanılası durumlar…”